Avrupa’da Gezilebilecek Yerler ve Milletler


Her ne kadar diğer arkadaşlarım kadar Avrupa’yı çok gezemesem de, ne zamandır böyle bir yazı yazmak istiyordum.




Gezilebilecek Yerler

Ülke ülkeden ziyade, gezdiğim yerleri sırasıyla yazacağım.

Pforzheim, Almanya: İlk durağım Pforzheim, herhalde Türk/Alman oranın en yüksek olduğu şehirlerden bir tanesi Pforzheim’dır. Sessiz, sakin, küçük bir şehir burası. Gezilecek, görülecek çok fazla yeri maalesef yok, bunun en büyük sebebi de 2. Dünya Savaşı sırasında çok ağır zayiat görmesidir. Diğer Alman şehirlerinde olduğu gibi şehrin içindeki ulaşım tren veya metroyla sağlanmaz, otobüsle sağlanır. Eğer öğrenci kimliğiniz bulunuyorsa, otobüsleri ücretsiz bir şekilde kullanabilirsiniz. Şehirde Hochschule Pforzheim adında bir üniversiteleri vardır, özellikle Tasarım Fakültesi ve MBA programı çok övülür buranın. Ders aldığım dönemde hocaların tamamı Profesör ve sektörde uzun bir süre çalışıp, hocalık yapmaya başlamış insanlardı. Fakat, Alman eğitim sistemi ile bizim eğitim sistemimiz arasında ciddi farklılıklar bulunuyor, en azından Özyeğin Üniversitesi ve HS Pforzheim arasında çok büyük farklılıklar var. Özyeğin’de dersler 50 dakikayken – ki ben genelde dersin 30. dakikasından sonra dersten kopan birisiyim – Pforzheim’da dersler 90 dakika sürüyor. Özyeğin’de her hafta bir ödevimiz veya genelde bir sınavımız olduğundan dolayı dersten uzaklaşmak pek mümkün değil, fakat HS Pforzheim’da dönemin sonunda 1 sınava giriyorsunuz; geçtiniz, geçtiniz yoksa kalıyorsunuz. :-) Bazı dersler proje bazlı oluyordu. Ancak, hiç ödevin ders notunu eklediğini duymadım. Dediğim gibi burada çok fazla Türk yaşıyor ve inanın hepsi sizi evladı yerine koyabilecek kadar çok seviyor, ne zaman bir şeye ihtiyacımız olsa bize yardım edebilmek adına ellerinden geleni yaptılar. (Pforzheim albümümü görmek için tıklayınız)

Stuttgart, Almanya: İkinci durağımız Stuttgart, toplu olarak gittiğimiz ilk yer. Nedense, Stuttgart’a gittiğimizde görmek istediğimiz ilk ve tek yer Mercedes müzesi olmuştu. :-) Bu yüzden, bu şehir hakkında verebileceğim sadece çok kısıtlı birkaç öneri var: İlki, tren istasyonundan çıktıktan hemen sonra karşınıza çok geniş bir cadde çıkacak, Königstraße ve Bolzstraße adı verilen bu caddeleri boydan boya gezebilirsiniz, Konrad Adenauer Straße civarında da birçok müze bulunuyor, bana çok hitap etmemişti ama siz belki seversiniz ve tabii ki Mercedes müzesini de gezmeyi unutmayın! :-) (Stuttgart albümümü görmek için tıklayınız)
[indeed_popups id=1]
Heidelberg, Almanya: Kim buraya gitme önerisinde bulundu hatırlamıyorum ama gerçekten Almanya’da en çok sevdiğim yer neresi diye sorarsanız, kesinlikle Heidelberg derim. Kornmarkt adı verilen eski bir caddeleri bulunuyor, benim gibi eski binaları seven biriyseniz, burası tam size göre bir yer. Ayrıca, bir kaleleri var ki dışarısı ayrı güzel, içerisi bir ayrı güzel. Kalenin içerisinde maalesef fotoğraf çekmemize izin vermiyorlardı. Kaleden çıktıktan sonra ise Hauptstraße civarında gezebilirsiniz. Fischmarkt caddesinde “Heiliggeistkirche” adında bir kiliseleri bulunuyor, bu kilisenin en yüksek kulesine çıkarsanız, şehri ayağınızın altına alabilecek mükemmel bir manzaranız oluyor. Almanya’ya geleceksiniz burayı görmeyi sakın ihmal etmeyin. (Heidelberg albümümü görmek için tıklayınız)

Prag, Çek Cumhuriyeti: İlk tatilimizde 3 arkadaş beraber araba kiralayarak Prag’a gittik. Bir daha gider misin diye soracak olursanız, gitmek istemeyeceğim tek yerin de burası olduğunu söylerim. İnanılmaz kaba ve yapışkan insanların yaşadığı bir şehir burası. Şehrin kendisi çok güzel olsa da, benim için şehri şehir yapan ana unsur insan olduğundan dolayı ne bu şehri, ne de bu ülkeyi sevebildim. Prag’a gelmeyi planlıyorsanız; gideceğiniz ilk yer “Old Town Square” olmalı. Şehrin görülmesi gereken neredeyse her şeyi burada bulunuyor. Yine burada sizi ücretsiz bir şekilde gezdirebilecek rehberleri bulabilirsiniz, her ne kadar ücretsiz olsa da turun sonunda rehbere bahşiş vermek durumundasınız. :-) Orient adında bir cafeleri var, içeride de bir o kadar terbiyesiz garsonları ama kahvesi gerçekten çok güzeldi, denemenizi öneririm. Buraya gelmeyi tercih ederseniz dediğim gibi, bir turun peşine takılın. Bir daha gitme şansım olur mu bilmiyorum ama kesinlikle tekrar gitmek istemeyeceğim bir şehirdir Prag. (Prag albümümü görmek için tıklayınız)

Kutná Hora, Çek Cumhuriyeti: Tur rehberimiz çok ısrar ettiğinden ve altımızda da araba olduğundan dolayı, Prag’a yaklaşık 70 km uzaklıktaki Kutná Hora’da ki kuru kafa kilisesine gittik. Bana sorarsanız çok ilginç bir yer ama gidip de görmenize gerek yok, resimlerine baksanız yeter. :-) (Kutná Hora albümümü görmek için tıklayınız)

Karlsruhe, Almanya: Buraya da Alman buddymle (Ruben) beraber gitmiştim, kendisini takip ettiğimden dolayı çok fazla şey hatırlamıyorum. Pforzheim’la kıyasla daha büyük bir şehir olsa da Stuttgart’a göre de küçük bir şehirdi. Sarayı ve etrafını gezdiğimizi hatırlıyorum. Ayrıca, “Karlsruher Institut für Technologie” adında çok kaliteli bir teknik üniversite de bulunuyor burada, Ruben öve öve bitirememişti. (Karlsruhe albümümü görmek için tıklayınız)

Heidenheim, Almanya: İkinci tatilimi de Ruben’in daveti üzerine, ailesiyle birlikte Heidenheim’da geçirmiştim. Ruben, Heidenheim Pforzheim’dan küçük dese de benim gözüme daha büyük gelmişti, belki de şehir biraz daha derli toplu olduğundandır bilemiyorum. :-) Burada da yine çok fazla gezecek yer maalesef yoktu, uzaktan bakıldığında çok güzel duran bir kaleleri vardı, kaleye gittiğimde de şehri net bir şekilde görme şansım olmuştu. Şehrin en çok hoşuma giden bir diğer yanı da neredeyse evlerin hepsinin müstakil olması. Bayramlar burada güzel kutlanıyor. :-) (Heidenheim albümümü görmek için tıklayınız)

Münih, Almanya: Münih’e de mülakat daveti alarak gittim, bu yüzden şehrin önemli yerlerini gezme fırsatım olmadı. Özellikle Münih’e gidip, Neuschwanstein Şatosu’na gidemediğim için çok üzülmüştüm. Sadece şehrin merkezini gezebildim, buna rağmen ben de çok güzel bir etki bırakmıştı Münih. (Münih albümümü görmek için tıklayınız)

Darmstadt, Almanya: Ruben’le beraber buraya maç izlemeye gitmiştik, gitmeseniz de olur bu şehre. :-) “Mathildenhöhe” diye adlandırdıkları bir yer var, gelip görülmesi gereken tek yerin burası olduğunu düşünüyorum. :-) (Darmstadt albümümü görmek için tıklayınız)

Cenova, İtalya: Üçüncü tatilimizde de iki arkadaş yola çıktık. Amacımız güya, ilk etaptan son etaba kadar otostopla devam etmekti ama işler pek planladığımız gibi olmadı. İlk olarak, Karlsruhe’den Milano’ya otobüsle geçtik. Milano’ya ilk vardığımızda saat gece 11 civarıydı ve kalacak yerimiz de yoktu. :-) Sizin de olur da yolunuz Milano’ya düşerse ve kalacak yer bulamazsanız; hazır olun 5 yıldızlı sokak oteli önerisi veriyorum. :-) Milano’ya vardığımızda ilgimi çeken ilk şey; neredeyse bütün apartmanların içerisinde halı oluşuydu ve kalacak bir yerimizde olmadığından dolayı – aynı zamanda tren istasyonu da kepenkleri indirdiğinden – bir apartmana girip uyumaya karar verdik. (Tabii, her önüne gelen açmaz kapıyı) Milano’da ki ana tren istasyonun hemen karşısında bir McDonald’s ve Türk dönerci var, bu ikisinin arasında da eni çok dar olan bir apartman bulunuyor, bu apartmanın 3.katında bir hostel var, kapıyı sorgusuz sualsiz açıyorlar, kapı açıldıktan sonra biraz bekleyin ve en üst katına çıkın, en üst katta şirketler olduğundan ve Milano’ya hafta sonu vardığımızdan dolayı rahat rahat sabaha kadar yerde, güven içerisinde uyumuştuk. :-) Daha güvenilir ve daha iyi ücretsiz başka bir yer olabileceğini düşünemiyorum. :-) Neyse, sabah olunca Milano’dan Cenova’ya trenle geçtik. Çok çok güzel bir şehirdi Cenova, Piazza De Ferrari adında ana bir caddeleri var genelde şehrin bütün güzellikleri buradaydı, şansımıza gittiğimiz gün de festivalimsi bir şey vardı, güzel vakit geçirmiştik. Cenova’da her yere yürüyerek ulaşabilirsiniz. Belki çoğunuza ilginç gelecek ama hayatımda yediğim en iğrenç pizzayı burada yedim, gittiğimiz restorant ev sahibimize göre Cenova’nın en iyi pizza yapan restorantıymış, belki de yaptığım seçim yanlıştı ama arkadaşımın pizzasından da tatmıştım, onunki de en az benim ki kadar kötüydü. :-) Bu yüzden, İtalyan pizzasından çok bir şey beklememenizi tavsiye ediyorum. (Cenova albümümü görmek için tıklayınız)

Nice, Fransa: Cenova’dan Nice’e de Blablacar’dan bulduğumuz bir arabayla geçtik. Nice, gerçekten çok turistik bir şehirdi. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, ben hayatımda bu kadar güzel kızı buraya gidene kadar bir arada görmemiştim. Şehrin bütün güzellikleri sahil kenarında, sahilin sonuna doğru da bir kaleleri var, bu kalenin bitmek tükenmeyen merdivenlerini çıktığınızda çok güzel bir manzaraya sahip olacaksınız. :-) Enteresan bir şekilde otobüsler akşam 8’den sonra çalışmıyordu. Gittiğimiz günde Fransa için özel bir günmüş, bu yüzden 6’dan sonra otobüs yoktu ve kalacağımız yer gerçekten de dağın tepesindeydi. 2 arkadaş hayatımızda ilk defa otostop çektik ve çok kısa sürede bir çöp arabası bizi almak için durdu, arkasına tutuna tutuna varmak istediğimiz yere kadar gittik. :-) Bu şehri benim için unutulmaz yapan bir diğer ayrıntı da Galatasaray’ın şampiyon olduğunu burada öğrendim – aman ne büyük ayrıntı :p – . (Nice albümümü görmek için tıklayınız)

Marsilya, Fransa: Nice’den Marsilya’ya çöp arabasının verdiği gazla beraber otostop yaparak geçtim. Marsilya’da hatırladığım ilk şey mükemmel bir denizinin olması, ama insanları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. :-) Bu şehrin de neredeyse bütün güzel yerleri sahil tarafında, şehrin bir diğer tarafında ise “Notre-Dame de la Garde” adı verilen güzel bir orta çağ kiliseleri bulunuyor, aklınız varsa yürümeyin buraya, otobüsle gidin. :-) Şehrin içlerine doğru da Rue Breteuil, Rue Paradis ve Rue Montgrand adında sokakları var, buraları da gezmeyi ihmal etmeyin. Marsilya’da çok iyi kalpli bir Boşnak’ın yanında kalmıştık, bize nerede otostop çekmemiz gerektiğini dahi göstermişti. 26 saatlik otostop maceramın sonunda 1000 km’nin üzerindeki Marsilya-Pforzheim yolculuğumu da tamamladım. :-) (Marsilya albümümü görmek için tıklayınız)

Beutelsbach, Almanya: Babamın ricası üzerine Beutelsbach’a gittim, kendisi yaklaşık 40 sene önce üniversite öğrencisiyken buraya çalışmaya gelmiş, ısrarlarına dayanamayıp gitmek zorunda kalmıştım. Çok eski bir yerdi ve Almanya’da bulunduğum yerler arasında da en çok yeşilliği burada gördüm. Hayatımda hiç mavi böcek görmemiştim, ona da burada rastladım. :-) Ciddi anlamda böcek sayısı canımı sıkmıştı buraya gittiğimde. Son olarak, Almanya’da yediğim en güzel dönerde buradaydı. :-) (Beutelsbach albümümü görmek için tıklayınız)

Konstanz, Almanya: Konstanz’a okul gezisiyle beraber gittik ve Heidelberg’ten sonra hayran kaldığım 2. yer de burasıdır. Hem Almanya’ya, hem de İsviçre’ye sınırı vardı bu şehrin, yürüyerek bir Almanya’ya bir İsviçre’ye geçebilirsiniz. :-) Benim gibi eski binaları sevenler için, mükemmel bir yer. Burada da, turun peşine takıldığım için maalesef yer isimlerini hatırlayamıyorum. Kendi adını taşıyan bir de çok soğuk gölü bulunuyor Konstanz’ın, girmesi zor, çıkması taşlardan dolayı ayrı bir zordu. :-) Almanya’ya gelecek olanlara kesinlikle gidip, görmelerini tavsiye ediyorum Konstanz’ı. (Konstanz albümümü görmek için tıklayınız)

Amsterdam, Hollanda: Son tatilimizde de 4 arkadaş Amsterdam’a gittik. Amsterdam’a gidecek olanlara verebileceğim ilk tavsiye: Tek başınıza buraya gitmeyin, en az 3 veya 4 kişilik arkadaş grubunuzla gitmeye çalışın Amsterdam’a. Gezilecek, yapılacak gerçekten çok fazla şey var bu şehirde. Birini yazsam, muhtemelen diğerini unutacağım. Buraya gitmeden önce ulaşımı ve kalacak yeri ben hallettim, diğer arkadaşta gezilip, görülecek yerleri çıkarttı ama neden Heineken’in müzesine götürmedi bizi bilmiyorum. Amsterdam’a gelipte, buraya gidememek gerçekten en büyük pişmanlıklarımdan bir tanesi. Ayrıca, Dam Square’da ilginç sokak gösterileri oluyor, Simit Sarayı da var bu meydanda! :-) Son olarak, Vondelpark adında çok güzel bir parkları var akşama doğru alacağınızı alın, arkadaşlarınızla buraya geçin. :-) (Amsterdam albümümü görmek için tıklayınız)

Köln, Almanya: Pforzheim’dan sonra stajımı yapabilmek için Leverkusen’e çok yakın bir şehir olan Köln’e taşındım. Köln’e gelmeden önce çok daha büyük beklentilerim vardı bu şehirden ama maalesef beklentilerimi karşılayamadı. :-) Köln deyince insanın aklına ilk Köln Katedrali geliyor. Bu katedralin olduğu cadde ve devamı şehrin merkezi, aynı zamanda her türlü alışverişinizi yapabileceğiniz bir yer. Köln’ün bir diğer ünlü yeri de çikolata müzesi ama gitmeye ve para vermeye değer bir yer olarak görmüyorum burayı. :-) (Köln albümümü görmek için tıklayınız)

Leverkusen, Almanya: Hayatımda yeni bir pencere açan şehir, Leverkusen. Şehir neredeyse tamamen Bayer için kurulmuş, belki de cümleyi Bayer, Leverkusen şehrini kurmuş demeliydim bilemiyorum. Bu şehrin bir merkezi, gezilmesi gereken bir yeri var mı doğrusunu söylemek gerekirse onu da bilmiyorum, sadece 2 kere şirketten çıkıp şehirde dolaşma fırsatım oldu. :-) Ancak, Bayer’in genel merkezi gerçekten de adına yakışan büyüklükte bir kampüse sahip bu şehirde. Bir kez de Bayer 04 Leverkusen’in maçına gitme fırsatım oldu; rahatlıkla ve gururla söyleyebilirim ki bu şehirde en çok sevilen oyuncu: Hakan Çalhanoğlu! :-) (Leverkusen albümümü görmek için tıklayınız)

Brüksel, Belçika: Almanya dışındaki son durağım Brüksel. Şehir Almanya’ya nazaran inanılmaz sıcaktı. Ancak, şehirde çok fazla park var ve bu parkları hep ağaçlarla doldurmuşlar, o sıcakta o ağaçların altına girip oturunca ağacın önemini bir kez daha kavrıyorsunuz. Manneken Pis adı verilen işeyen çocuk heykeli bu şehrin sembolü. Hikayeye göre bu şehirde bir yangın çıkmış ve bu çocuk işeyerek bu yangını söndürmüş. :-D Brüksel’e gittiğimde bu heykele nedense takım elbise giydirmişlerdi. :-) Manneken Pis heykelinin bulunduğu cadde boydan boya hediyelik eşya ve çikolata alabileceğiniz, waffle yiyecebileceğiniz bir yer, bu caddeden çıkınca Grand Pl adı verilen geniş bir meydana çıkıyorsunuz. Buraya yine yakın sayılabilecek bir yerde St Michael ve St Gudula Katedrali bulunuyor. Brüksel’e gelmişken Kraliyet Sarayı’nı gezmeyi de ihmal etmeyin, şehrin dışında da oldukça tuzlu bir şekilde gezebileceğiniz Atomium ve ona çok yakın bir yerde bulunan Avrupa’nın önemli yerlerinin minyatür şeklinde sergilendiği Mini-Europe var. (Brüksel albümümü görmek için tıklayınız)

Düsseldorf, Almanya: Sondan bir önceki durağım ise Düsseldorf. Aslında sondan bir önceki durağım Berlin olmalıydı ancak maalesef otobüsüm gelmediğinden dolayı her türlü planını yapmama rağmen Berlin’e gidemedim. :-( Düsseldorf’a geldiğimde dikkatimi çeken ilk şey şık giyinimli insanlar oldu, sanki gizli bir moda yarışması varmış gibi, insanların çok büyük bir çoğunluğu özene bezene giyinip sokağa çıkmışlardı. :-) Şehre çok spontane bir şekilde gittiğimden dolayı çok fazla öneri de bulunamayacağım, oldukça zengin insanların yaşadığına inandığım, lüks markaların satıldığı bir şehirdi Düsseldorf. Tahminim, Marktplatz en ünlü caddeleri, enteresan bir şekilde hediyelik eşya dükkanı da bulamamıştım burada. (Düsseldorf albümümü görmek için tıklayınız)

Wuppertal, Almanya: Avrupa’daki son durağım Wuppertal. Buraya da Bayer’in R&D tesisini görmek için gelmiştim. 2.Dünya Savaşı sırasında çok fazla sayıda bomba yemelerine rağmen Britanya Hava Kuvvetlerine ait uçaklar bomba kapakçıklarını geç açmalarından dolayı şehri vuramamışlar. Bu sayede de eski yapılar korunmuştur, geçmişte Almanya’nın en zengin insanları burada yaşıyormuş, Alman Kralı bile gelirmiş buraya. Ayrıca şehrin ortasından havada asılı bir şekilde gidebilen tramvaylar geçiyor ve bunu tam tamına 100 sene önce inşa etmişler, 100 sene! Hâlâ tıkır tıkır çalışıyordu, bu araç sayesinde şehri de turlayabilirsiniz. Wuppertal, benim Almanya’daki 3.favori yerim, Almanya’ya geleceklere kesinlikle gidip görmelerini tavsiye ediyorum. (Wuppertal albümümü görmek için tıklayınız)




En Büyük Pişmanlıklarım

  1. Nedeni bilmiyorum ama çocukluğumdan beri İsviçre’yi gidip, görmek istiyorum. 8 aylık süre zarfında sadece İtalya’ya otobüsle giderken, İsviçre’yi görebildim ve inanın böyle bir güzellik olamaz. Abartmıyorum; ağaçların, havanın, gölün rengi bile bir farklıydı. Gidemediğim için çok pişmanım.
  2. Almanya’dan ayrılmadan önce Berlin’e de gitmeyi çok istiyordum, her türlü planımı yapmama rağmen, maalesef otobüs gelmediğinden dolayı gidemedim.
  3. Normalde, yaptığım her işi, planlarımı, aldıklarımı, amaçlarımı vs. not ederim. Nedendir bilmem, gittiğim şehirleri ve buralarda gezip, gördüğüm yerleri not etmedim, bu da pişmanlıklarımdan bir tanesidir.




Milletler

Aşağıya yazacaklarımı belki biraz ırkçı bulabilirsiniz, bir milletten 3-5 tane insan tanıyıp; koca bir milleti yargılamanın yanlış olduğunun da farkındayım ama yine de milletler hakkında düşüncelerimi yazmak istiyorum:

Almanlar: Almanya’ya gelmeden önce Almanları soğuk insanlar olarak düşünüyordum ancak neredeyse tanıştığım Almanların hepsi sıcakkanlı, iyi kalpli ve yardımsever insanlardı. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın en çok nefret edeceği ırk olabilecekken; bugün çalışkanlıklarıyla, disiplinlikleriyle ve yaptıkları doğru işlerle anılıyorlar. Her işlerini planlayarak yapıyorlar ama abartıldıkları kadar da dakik olduklarını söyleyemem. :-)

Amerikalılar: Gerçekten iyi insanlar, dünyaya hükmedip nasıl kalpleri bu kadar temiz ve saf kalabiliyor anlamıyorum. Enteresan olan ise Amerikalı arkadaşlarıma mezuniyetten sonra ne yapmayı planladıklarını sorduğumda, neredeyse hepsi aynı şeyleri söyledi: “1. Mezuniyetten sonra büyük bir şirkette çalışmak istiyorum. 2. Tecrübe edindikten sonra daha küçük bir şirkette yöneticilik yapmak istiyorum. 3. Daha fazla tecrübe edindikten sonra ise kendi şirketimi kurmak istiyorum.” Sanki hepsi ezberletilmiş gibi aynı şeyleri söylüyordu, hepsi bu söylediklerini başarabilecek mi? Tabii ki hayır, zaten kaçımız hedeflerimize %100 bir şekilde ulaşabiliyoruz ki? Benim hoşuma giden şey: Bu döngünün bir şekilde bütün Amerikalı öğrencilere empoze edilmiş olması. Bildiğiniz gibi biz de bu döngü çoğu zaman “İyi bir şirkette işe başlayıp; orada yönetici olmak istiyorum.”dan sonrasında tıkanıyor.

Bulgarlar: Almanya’da hiçbir Bulgar erkeğiyle tanışmadım ama anlam veremediğimiz bir şekilde kızlarının burnu çok havadaydı.

Çinliler: Çok yakın Çinli arkadaşım olmadı ama tanıştıklarım sürekli gülümseyip, teşekkür eden insanlardı. :-)

Endonezyalılar: Kabalaşmak istemiyorum ama kötü söz söyleyebileceğim çok şey var bu millet hakkında. Hele ki üst komşum olan davar hakkında, saygı falan yok bunlarda.

Fransızlar: Bilemiyorum ama sanırım Fransızların kendilerini korumak için bir savunma mekanizmaları var hep ilk adımı sizden bekliyorlar, o duvarı aşabilirseniz iyi insanlar olduklarını görebiliyorsunuz. Ayrıca, İngilizce konuşmak istememelerinin ana sebebi sevmediklerinden değil gerçekten bilmediklerinden dolayı.

Hintliler: Bizimkiler sevmiyordu bunları da ben bir yamuklarını görmedim, kendi hâllerinde takılıyorlardı. :-)

Hong Konglular: 1 tane Hong Konglu tanıdığım vardı o da ziyadesiyle bana karşı soğuktu. :p

İtalyanlar: Şirkette sadece 1 tane İtalyanla tanışma fırsatım oldu, o da gereğinden fazla gevezeydi. :-D

Güney Koreliler: Bu güzel insanları sakın ola ki üzmeyin, kendimi en yakın hissettiğim millet Almanya’da Koreliler olmuştur ve gerçekten bizleri kardeşleri gibi görüyorlar. Çok çok güzel insanlar.

Meksikalılar: En uyuz olduğum millet bu Meksikalılardır. Ne oturmasını, ne kalkmasını, ne de insanlara nasıl davranmaları gerektiklerini biliyorlar. Eğer ki bir ortama herkesten sonra gelirlerse; bilin ki ses seviyesi en az 2 kat bu davarlardan dolayı artacaktır.

Portekizliler: Sıcak insanlar. :-)

Ruslar: Hiç ummadığım bir şekilde, tanıştığım bütün Ruslar’ı sevdim. Hâlâ bir tanesiyle ara ara görüşüyorum.

Türkler: Almanya’da tanıştığım bütün Türkler mükemmel insanlardı, hele ki sizin öğrenci olduğunuzu, staj yapacağınızı falan duyduklarında ayrı bir kefeye koyuyorlar sizi, gözlerinin içi parlıyor, sanki evlatları başarılı olmuş gibi seviniyorlar. Karakterlerini, nesilden nesile aktarmalarını ümit ediyorum. Almanya’daki Türkler ne kadar iyiyse, İtalya’daki Türkler de bir o kadar karaktersizdi. Fransa ve Belçika’daki Türklere de iyi diyebilirim.




Yorum Bırak